İncirli Cd. No:84, BURSA
0224 328 47 12

Tarihin İlk Dünya Kupası’nda Yaşanan Absürtlükleri Okuyunca “Gibi Dizisinde Bile Bu Kadarı Olmuyor” Diyeceksiniz

Everest Bilgisayar - İnternet Cafe - Teknik Servis

Tarihin İlk Dünya Kupası'nda Yaşanan Absürtlükleri Okuyunca

Tarihin İlk Dünya Kupası’nda Yaşanan Absürtlükleri Okuyunca “Gibi Dizisinde Bile Bu Kadarı Olmuyor” Diyeceksiniz

Öncelikle “Covid bitti” diyenlere inanmayın, evde otururken Covid oldum ve karantinaya girdim. Bu süreçte Pokemon çizgi filminde bir ada dolusu greyfurtu yiyen Ash’ın Snorlax’ı gibi 20 kilo narenciye tüketirken, elbette Dünya Kupası maçlarını da izledim. Turnuva ile ilgili olarak sosyal medyada, sağda solda “Eski Dünya Kupaları…” temalı yorum ve yazılara da sık sık denk geldim. Bu da aklıma tarihin en manyak işi Dünya Kupası olan 1930 Uruguay Dünya Kupası’nı getirdi. Netflix, Disney+ falan komedi dizisi yapsa “Yok artık” diyeceğimiz bu kupa, baştan sona komik olaylarla dolu. 

Daha turnuva başlamadan olaylar başladı.

1924 ve 1928 Olimpiyatları’nda futbolda şampiyon olan ülke Uruguay olmuştu. Anayasal olarak 1830’da kurulan Uruguay’ın 100. yılına denk gelen Dünya Kupası için aday olan ülkelerden biri de bu güzide Güney Amerika ülkesi idi. 

O dönem FIFA Başkanı olan Fransız Jules Rimet, profesyonelleşen futbolda FIFA’nın kendi küresel turnuvasını yapması gerektiğini düşünüyordu. Zaten olimpiyatlarda da futbol organizasyonunu FIFA yapıyordu. 1929 yılında alınan kararla, 1930 yılında Jules Rimet Kupası adıyla ilk turnuvanın düzenlenmesi kararı alınmıştı. Buraya kadar her şey normal, ama buradan sonrası hiç normal değil. 

Koca koca ülkeler ne yapıyorsunuz, yakışıyor mu hiç?

Öncelikle turnuvada futbolun mucidi olmakla övünen İngiltere yok. Neden? Kendilerinin çok daha üst düzey futbol oynadığını düşünüyorlar. Dahası, kendi ülkelerinde 4 federasyon var ve her federasyon istiyor ki kendi milli takımı (da) turnuvaya gitsin. Ayrıca hepsi kendi kuralları kullanılsın istiyor ama aralarında pas yapmayı yasaklayanlar falan var. NBA-FIBA gibi kural ayrılıklarından sonra İngiltere FIFA’ya dahil olmuyor. Bu yüzden de turnuvaya davet bile edilmiyor. 

Diğer büyük Avrupalı ülkeler İtalya, İsveç, Hollanda ve İspanya, organizasyonuna aday oldukları kupanın kendilerine verilmemesi üzerine “O zaman biz gelmeyelim ya, uzak şimdi Uruguay falan” diyerek turnuvadan çekiliyorlar. Avusturya, Macaristan, Almanya ve İsviçre de “Nein!” diyerek turnuvaya gitmeyeceklerini söylüyorlar. 

Bunun üzerine Güney Amerikalı Futbol Federasyonları, FIFA’nın kapısına dayanıyor. Avrupalılar bu kupayı beğenmeyip gelmeyecekse aynı çatıda olmak istemediğini söyleyen ve FIFA’dan çıkabileceğini belirten Güney Amerikalı yetkilileri yatıştırmak için Avrupa’dan da bazı takımların turnuvaya katılımı sağlanıyor. Bu takımlar Belçika, Fransa, Romanya ve Yugoslavya oluyor. 

Uruguay’ın ev sahibi olma hikayesi de kısa ama dikkat çekici:

Turnuva’nın ev sahipliğinin Uruguay’a verilmesinin sebebi de ülkenin futboldaki başarısı, altyapısı falan değil. O dönemde futbol bir hobi, karnını futboldan doyurabilen kişi sayısı çok az. Uruguay’ın organizasyonu almasının tek sebebi, gelmek isteyen takımların yol+otel+yemek paralarını vermeleri. 

En çevreci Dünya Kupası diyebilir miyiz?

Turnuva sadece tek şehirde, Montevideo’da oynandı. Turnuva için ilk başta 2,95 stadyum kullanılırken bu sayı sonradan 3’e tamamlanmıştı. Zira takvim o kadar sıkışık ki, Centenary Stadı’nın inşaatı turnuvanın 5. günü bitmişti. 

Turnuvaya gitmek de bir dert

Dünya Kupası tarihinin gitmesi en kolay ama gitmesi en zor turnuvası 1930 olabilir. Kolay, çünkü “Ben de geleceğim” diyeni hemen alıyorlar. Zor, çünkü turnuva Uruguay’da. Hani döneminde denk gelse de yeterince zengin biri, ülkemizdeki takımlardan oyuncu toplayıp turnuva masraflarını karşılasa Türkiye de bu takımlar arasında doğrudan yerini alabilirmiş. (“Yok canım!” demeyin, 1950’de katılma hakkı kazanıp yokluktan gidemedik.) FIFA en sonunda 16 takım davet ediyor. Bu takımlardan Japonya, Siam ve Mısır da turnuvadan çekiliyor.

Romanya’da da turnuva için başka bir sorunun çözülmesi gerekiyordu. Fabrikalarda, atölyelerde ya da tarlalarda çalışan futbolcular, bir ay boyunca turnuvaya gitmeleri durumunda işsiz kalmaktan korktukları için turnuvaya gitmek istemiyordu. O yüzden de Romanya Kralı, futbolcuların işverenlerinden oyunculara izin vermelerini “rica etti”. Kimse de durduk yere asgari ücretli çalışan yüzünden kralla ters düşecek kadar salak olmadığından oyuncular izinlerini aldı. 

“Alo Brezilya, sen limana çık biz yarım saate oradayız.”

Avrupalı takımlar, SS Conte Verde adlı İskoç buharlı gemisine atlayıp turnuvaya öyle geldiler. Hatta yolda da Brezilya milli takımını aldılar. Uzun yolculuk sırasında geminin güvertesinde antrenmanlar yapılıyordu. İlk başta topla yapılan antrenmanlar, topu denize atan bazı manyakların, okyanusun ortasında “İki dakika dalıp alır topu gelirim” demeleri yüzünden topsuz antrenmanlara çevrilmişti.

Antrenman dediğimiz de bugünkü gibi modern antrenman değil, genel kültür fizik hareketleri, azıcık jimnastik falandı. Zaten yol boyu alkol ve sigara tüketen futbolcular, Montevideo’ya ortalama 3-5 kilo almış olarak inmişlerdi. 

Turnuvanın yarısı Güney Amerika’dan

Turnuvaya tam 7 Güney Amerika takımı katılıyor: Arjantin, Bolivya, Brezilya, Şili, Peru, Paraguay, Uruguay.Zaten bir daha ne Güney Amerika Dünya Kupası’na 7 takımla katılabiliyor, ne de Güney Amerika takımları Avrupalı takımlara sayısal üstünlük kurabiliyor. Avrupa’yı temislen Belçika, Fransa, Romanya ve Yugoslavya geliyor. Diğer iki takım ise Meksika ve ABD oluyor. ABD dediysek, ABD’de yaşayan/oynamış İskoç ve İngiliz oyuncuları toplayıp turnuvaya katılıyorlar (Zaten ABD bu oyuna gerçek anlamda ilgi duymaya 1940’ların sonunda başlıyor, onda da Beşiktaş’ın gazabına uğrayıp küsüyorlar, garip ama gerçek. Onu da sonra anlatırım).

Normalde 16 takımı alıp tek maç eleme usulü turnuva oynatacak olan FIFA, 13 takım kalınca “Gruplara bölelim gruplara, herkes birbiriyle bir kere oynasın” diyor, iyi de ediyor. İnsana buharlı gemiyle 15 günde okyanus geçip, sonra tek maçla “Tamam eve dön” denilir mi? Yüzüklerin Efendisi: Güç Yüzükleri mi bu? Cüce diyarının kapısından döndürülen Celebrimbor’un efendiliğini gerçekte beklememek lazım.

Takımlar 4 gruba ayrılıyor ve grup liderlerinin yarı finale yükseldiği bir format belirleniyor. Bu esnada, şimdiye kadar hiç enteresan bir olay olmamış gibi Uruguay ve Arjantin kadrolarında değişiklikler yaşanıyor. Garip olan kadrolarda değişiklik olması değil, değişikliklerin sebepleri. Arjantinli Manuel Ferrerira, üniversite sınavları olduğu için takımdan ayrılıyor. Yerine Guillermo Stabile kadroya alınıyor. Uruguay kalecisi Antonio Mazzali, ailesini görmek için kamptan kaçınca kadrodan çıkarılıyor. 

Maçlarda da enteresan olaylar bitmiyor

İyi niyetli olsa da Bolivya takımı turnuvanın ilginç ve komik olaylarından birine imza atıyor. Maçlara çıkarken kasket takan Bolivyalı oyuncuların formaları üzerinde de harf harf “Yaşasın Uruguay” yazıyor. Ne yazık ki Viva Uruguay yerine “Viva Urugay”, okunurken “Yaşasın, eşcinselsiniz” gibi duyulduğundan dolayı bu jest biraz da dalga konusu oluyor. Neyse ki o zamanlar Twitter falan yok da konu sonradan unutuluyor. 

O dönemde maçlarda yedek oyuncu diye bir şey yok. Biri sakatlanırsa oyundan çıkıyor. Bu yüzden de oyuncuların kasaplık yapanları yer yer daha makul olabiliyor. Özellikle üstün bir rakiple oynarken bir iki kişi sakatlamak popüler. İşi futbol oynamak kadar gaddarlık da olan Placido Galindo, Romanya maçında rakipleri epey hırpalayıp, bir oyuncunun da bacağını kırdıktan sonra atılarak turnuvanın tarihinde oyundan atılan ilk insan oluyor. Bu maçı da 300 kişi izlemiş ki, turnuva tarihinin en az izlenen maçı bu.

Kendi grubunda seri başı olan Brezilya, ilk maçta Yugoslavya’ya 2-1 yenildi, tarihinde de bir daha hiç Yugoslavya karşısında başını öne eğmedi. Bolivya’nın çok sayıda golünün sayılmadığı Yugoslavya-Bolivya maçını Avrupa ekibi 4-0 kazandı. 

ABD takımı da grubundan çıkarken, Dünya Kupası tarihinin ilk hat-trickini de ABD’li Bert Patenaude yaptı. İkinci golü ABD’liler Paternude’ye, hakem başka bir oyuncuya, istatistikçiler ise bambaşka birine yazınca ortalık karıştı. Paternude, hak ettiği unvanı ancak 2006’da alabildi. 

Maçlardaki gariplikler bu kadarla sınırlı kalmıyordu.

Arjantinli Luis Monti, Fransa maçında rakibin iki oyuncusunu aşırı sert müdahalelerle sahanın dışına göndermişti. Buna rağmen Fransa bir fırsat bulup rakip kaleye gittiğinde Marcel Langiller, topu Arjantin’in boş kalesine yollama şansını elde etmişti. Elde etmesine etmişti ama Brezilyalı hakem, maçın bitimine daha en az beş dakika varken maçı bitirivermişti. Sonra ortalık karıştı, herkes sahaya daldı, maç yeniden başladı ancak Fransa yeni bir şans bulamadı. Yine de maç sonu taraftarlar, Fransız oyuncuları omuzlarına aldı. 

Arjantin-Meksika maçı da çok olaylıydı

Bu maçta iki takım da sertlik konusunda vitesi yükseltmişti. Üstüne otoriter bir hakem de denk gelince, maçta tam 5 penaltı kararı çıktı. Üstelik az önce bahsettiğimiz Monti bu maçta kadroda yoktu, siz düşünün. (Bu arada Monti, sonraki turnuvada da İtalya formasıyla finale çıkarak tarihe geçti.)

Arjantin maçlarındaki enteresanlıkların sonu yoktu. ABD-Arjantin maçında yaşanan bir kaza için iki farklı hikaye anlatılır. Bu hikayelerden birine göre, sakatlanan oyuncusuna yardıma giden ABD antrenörü Jack Coll’un koluna biri çarpar ve Coll’un elindeki amonyak tuzu, oyuncunun gözüne kaçar. Daha komik ve bu turnuvaya yakışan versiyonda ise Coll elindeki eter şişesini düşürür, şişeyi almak için kendi de bayılır, hatta eter kokusundan etrafındakiler de bayılır. Hikaye, bu haliyle Leyla ile Mecnun’da İsmail Abi’nin anlattığı atalarının hikayelerine benziyor. 

Bari final maçı normal geçsin değil mi? Yok, o da yok.

video açılmıyorsa buradan izleyebilirsiniz.

Final maçından önce Arjantin ile Uruguay arasında top seçimi tartışması çıkar. Halı saha maçlarındaki “Top mu, kale mi?” seçimi gibi bir tartışma değildir bu. Arjantinliler kendi getirdikleri topla, Uruguaylılar ise kendi ülkelerinde üretilmiş topla oynamak ister. Tribünlerde 83 bin kişi vardır ve bu kalabalığın üçte biri, Arjantin’den maçı izlemeye gelmiş kişilerden oluşmaktadır. Gereksiz gerilim olmaması için para atışı yapılır, ilk yarıyı Arjantin’in, ikinci yarıyı ise Uruguay’ın topuyla oynama kararı alınır. 

Olimpiyat finalinden sonra bir kez daha karşı karşıya gelen iki ülkenin mücadelesinde kazanan bir kez daha Uruguay olur. Maç 4-2’lik skorla biter. Arjantin, kendi getirdiği topla oynanan ilk yarıyı 2-1 önde kapatırken, Uruguay ikinci devrede kendi topuyla 3 gol bulur. 

Turnuvanın kazananının belli olmasıyla birlikte, Jules Rimet taa takımlar ilk yola çıktığından beri yanında taşıdığı çantasını sonunda açar ve Dünya Kupası’nı, ilk kazananı olan Uruguay’a verir! Bir sonraki turnuvaya kadar kupa Uruguay’a bırakılır. Arjantinli Stabile 8 golle gol kralı olur. Arjantinli bazı taraftarlar, ülkelerine dönünce Uruguay konsolosunu taşlar. 

4 yıl sonra, bu kadar olay yaşanmasına rağmen ne FIFA ne de ülkeler vazgeçmez ve kupa, bir kez daha düzenlenir, günümüze kadar da gelmeyi başarır. Böyle bir turnuvadan sonra vazgeçilmemiş olması gerçekten de takdire şayan.


Yorum yapılmamış

Yorumunuzu ekleyin